Ana içeriğe atla

Dostoyevski ve Nietzsche: Tanışmanın Büyüsü

 

Dostoyevski ve Nietzsche karşılaştırmasının en temel sebebi iki yazarın da derin bir ahlak sorgulaması içerisinde olmalarının yanı sıra, Suç ve Ceza’nın Raskolnikov’unun onu çocukluğuna götüren rüyasında gördüğü, sahibi tarafından kırbaçla ve levyeyle dövülerek öldürülen bir atın can çekişmesini izledikten sonra kendini kaybeder gibi koşturup, artık son nefesini vermiş olan atın başını ellerinin arasına alarak onu en çok hasarı aldığı dudaklarından ve gözlerinden öpmesiyle;  Nietzsche’nin Torino’da bir atı kırbaçlanırken görüp aynı Raskolnikov’un yaptığı gibi kendini kaybedercesine ata doğru koşarak zihinsel çöküş yaşamasındaki benzerliktir. 

Bu gizemli ortak noktayı bir köşeye bırakırsak sahiden Nietzsche, Dostoyevski’yi nasıl tanımıştı ve bu bağ nasıl doğmuştu?

Nietzsche, 1883’ün Aralık ayında Fransa’nın Nice şehrine gitti ve İtalyan semtinde, 26 rue Saint François de Paule'de 5 yıl yaşadı. Burjuva olarak gördüğü Fransızlarda bulamadığı ortak nokta eksikliği ve arkadaşsızlık onu tam bir opera bağımlısı hâlinde getirdi. Bunun haricinde Böyle Söyledi Zerdüşt’ün 3. ve 4. bölümlerini burada yazdı. Yine de inatla Nice’de kalmaya devam etmesinin nedenini 27 Mart 1888’de bir arkadaşına yazdığı mektupta şöyle dile getirdi; ‘’Burada, bazı bitkilerin inandığı gibi inanıyorum güneşe. Nice’in güneşini gerçekten abartmıyorum. Tam bu yüzden Avrupa’nın geri kalanında bulamadığımı burada buluyorum.’’

1886’da Paris’te, Plon Yayınevi Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar kitabının Fransızca çevirisini(L’Esprit Souterrain adıyla) yayımladı. Nietzsche tesadüfen bu kitabı Nice’deki bir kitapçıda gördü. ‘’Ben hasta bir adamım…’’ cümlesiyle başlayan kitap Nietzsche’yi hemen ele geçirdi. 1886 yılında yayımlanan kitabın keşfini 1887 yılının Ocak ya da Şubat ayında yaptığı düşünülüyor çünkü 1887 Şubat’ında teolog arkadaşı Franz Overbeck’e şunları yazıyor; ‘’Birkaç hafta önce Dostoyevski hakkında hiçbir şey bilmiyordum, adını bile duymadım. Şans eseri bir kitapçıda onun Yeraltından Notlar kitabına rastladım. Buna rastladığım için olağanüstü bir sevinç hissettim(21 yaşında tesadüfen Schopenhauer’ı, 35 yaşında ise Stendhal’ı tanıdım). Böyle bir sevinci idrak edebilmem için Stendhal’ın Kırmızı ve Siyah romanıyla tanışma anıma dönmeliyim. Kitapta iki bölüm var, ilki bir şarkı gibi yükselip alçalıyor, çok yabancı, Yunan basmakalıplarının çok ötesinde, ikinci bölüm ise ‘’ insanın kendisiyle dalga geçmesinin’’ psikolojideki parlak bir örneği olarak karşımızda duruyor.’’

Enteresandır ki Dostoyevski Yeraltından Notlar’ı tamamladıktan sonra kardeşine yazdığı bir mektupta kitap hakkında şöyle demişti; ‘’Anlıyorsun, bir müzikteki geçişi… yapmak, yaratmak istediğim tek şey buydu, bir müzik geçişiydi.’’

Nietzsche’nin tanıyalı daha birkaç hafta olduğunu belirttiği Dostoyevski’yi bir anda 1867 yılında Leipzig’de bir kitapçıda tesadüfen bulduğu İsteme ve Tasarım Olarak Dünya kitabıyla tanıyıp hayatının odak noktası yaptığı Schopenhauer ve Stendhal ile aynı düzeye koyması aslında ondan ne kadar etkilendiğinin en büyük kanıtıdır. Öte yandan zamanında annesinin ona Gogol okuduğunu belirtmiş olması ve Gogol’ü sevdiğini dile getirmesi, bir diğer yandan ise Rus şair Lou Salome’ye duyduğu aşk onu Rus kültürüne meraklı ve aşina yaptığı için eli yeni bir isim olarak gördüğü Dostoyevski kitabına giderken önyargılı davranmamıştır. 

7 Mart 1887 tarihli bir mektupta yazar Heinrich Köselitz’e şunları söylüyor; ‘’Dostoyevski de tıpkı Stendhal gibi tesadüfen karşıma çıktı. İlk sayfadan itibaren bana iyi gelen ve beni anlayan bir insanla tanıştığımı fark ettim.  Sanki akrabam gibiydi. Bugüne kadar biyografisi hakkında çok az şey biliyorum. 1881 yılında ölmüş. Zor bir hayat yaşamış. 27 yaşında ölüm cezasına çarptırılmış ve idamdan hemen önce affedilmiş. 4 yılını Sibirya’da, ağır mahkûmlar arasında pranga ile geçirmiş. Bence bu dönem onun hayatında belirleyici oldu: kendi içindeki psikolojik sezginin gücünü hissetti, ayrıca bu deneyim onu daha da derinleştirdi. Bu yıllara ait kitabı Ölüler Evinden Anılar (Nietzsche bu kitabın adını Fransızca veriyor) şimdiye kadar yazılmış en insana dair kitaplardan biridir. Yeraltından Notlar ise iki bölümlü bir kitaptır. Büyük bir cüretle ve bunu Yunanlara üstün gelecek büyük bir hünerle yaparak gnothi seauton’u işliyor. Bu beni tam anlamıyla zevkten sarhoş etti.’’

Yazar Reza von Schirnhofer, Nietzsche’yle 6 Mayıs 1887’de Zürih’te geçen konuşmasını şöyle anlatıyor; ‘’Biraz sohbet ettikten sonra ona hemen Paris’te okuduğum en ilginç kitaplardan bahsetmeye başladım. Beni diğerlerinden daha çok etkileyen bir tanesini hâlâ çok iyi hatırlıyorum: Ölüler Evinden Anılar. Bunu söyler söylemez Nietzsche sözümü kesti ve büyük bir şaşkınlıkla kendisinin de bana Dostoyevski’yi keşfettiğini anlatacağını ama benim önce davrandığımı söyledi. ‘İnanılmaz derecede heyecan verici’ olduğunu belirterek Yeraltından Notlar’ı okumamı önerdi.’’ 

Nietzsche, Schirnhofer’e Yeraltından Notlar’ı kesinlikle Fransızca okumasını söyledi. Bunun nedeni olarak da Fransızca çevirisiyle Almanca’yı mukayese ederek bazı analizlerin Fransızca’da daha güçlü yapıldığını, Almanca’da atlandığını bazı cümlelerle örnekledi. Hatta Yeraltından Notlar takıntısı öyle bir hâle vardı ki; bir tanıdığından Rusça metni her iki çeviriyle de karşılaştırmasını rica etti. Bu sayede Almanca çeviride gerçekten de orijinal metnin çarpıtıldığını doğruladı. Bunun akabinde neredeyse çevresindeki herkesle yaptığı konuşmalarda Dostoyevski’den bahsediyordu. Onu ‘’seçkin bir psikolog’’ olarak tanımlıyor, onun üzerinden Rus halkının manevi nitelikleri üzerine daha çok düşünmeye başladığını ifade ediyordu. Dostoyevski aracılığıyla bir kişi Rusları sevmeyi öğrenir ve aynı zamanda onlardan korkmayı da öğrenir diyordu. Avrupa halklarının aksine, Rus halkının ne iradesinin ne de kalbinin gücünü henüz tüketmiş bir halk olduğunu düşünüyordu. Bu düşünceleri de sonrasında Putların Alacakaranlığı kitabına yansıdı. Bu kitapta Dostoyevski’yi ‘’kendisinden bir şeyler öğrenebileceğim tek psikolog’’ olarak tanımladı. Hatta yine aynı metinde Dostoyevski’yi tanımasını, Stendhal’i tanımaktan daha fazla mutluluk verdiğini belirtti. Hatta ‘’Yüzeysel Almanları on kez hor görme hakkına sahip bu derin adam’’ diyerek uç noktaya gitti. Sanki sadece Rus topraklarında yetişen en iyi ve en sert ağaçtan oyulmuş gibiydi, diyordu onun için.

Böyle Söyledi Zerdüşt’ün ilk bölümlerini yayımladıktan sonra tanıştığı Danimarkalı kültür tarihçisi ve edebiyat eleştirmeni Georg Brandes’le o tarihten zihinsel çöküşünü yaşayana kadar sürekli mektuplaşıyordu Nietzsche. Fakat Nietzsche Dostoyevski’yi keşfettikten sonra her mektubunda araya onu sıkıştırması Brandes’in en sonunda dikkatini çekti ve 16 Kasım 1888’de Nietzsche’ye şöyle yazdı; ‘’Dostoyevski’den bahsediyorsunuz. O büyük bir sanatçıdır ama iğrenç bir insandır. Kendi yaşam anlayışında tamamen Hristiyan, fakat sadisttir. Onun tüm ahlakı, sizin ‘’köle ahlakı’’ olarak adlandırdığınız şeydir’’

20 Kasım 1888’de Nietzsche şöyle cevap verdi; ‘’Dostoyevski hakkındaki sözlerinize kesinlikle katılıyorum. Ama öte yandan o benim gördüğüm en değerli psikolog. Onu takdir ediyorum. Şaşırtıcı farkındayım, fakat o benim en derin içgüdülerime aykırı olsa da ona minnettarım. Çünkü bana çok şey öğretti. O benim tanıdığım tek mantıklı ve tutarlı Hristiyan. Bu neredeyse bana çok şey öğrettiğini bildiğim Pascal’e karşı tutumuma benziyor.‘’

Brandes, Nietzsche’nin saplantısının Dostoyevski’yi Pascal’le dahi karşı karşıya getirecek boyutundan oldukça tedirgin olmuş olacak ki son derece sert olan şu satırları 23 Kasım 1888’de yazdı(bu arada neredeyse 100 yıl önce postaneler ne kadar da iyi çalışıyormuş, aradan 100 yıl geçmiş olmasına rağmen biz hâlâ 3 gün kargo bekliyoruz!); ‘’Dostoyevski’nin yüzüne bakın! Yarısı tipik Rus köylüsü, yarısı ise bir suçlunun fizyomisi. Düz bir burnu var. Sinirden titreyen göz kapaklarının altında küçük delici gözler. Büyük ve geniş bir alın. Ve her an konuşmaya hazır ağzı sonu gelmeyen vicdan muhakemesinden, dipsiz üzüntüden, sağlıksız arzulardan, sonsuz şefkatten ve tutkulu kıskançlıklardan bahsediyor! Görünüşü bile ruhunu alt üst eden bir nezaket akışından, kafasına vuran neredeyse çılgın bir iç görü dalgasından ve nihayet hırstan, eğilimlerin ve o eğilimlerin yarattığı kötü niyetten ibaret. Cömert eksikliğine tutulmuş, epileptik bir deha…’’

Fakat Nietzsche günden güne daha fazla Dostoyevski’ye kendini kaptırdı ve günden güne defterleri onu okumaktan ilham aldığı argümanlarla doldu taştı. Dostoyevski’yi Schopenhauer’a ve Fransız gerçekçi yazarlarına açıkça tercih etti. Bunu da şöyle belirtti: ‘’Schopenhauer bazı eserlerini karamsarlığın hizmetine sunmakta yanılıyor. Trajedi teslim olmayı öğretmez. Korku ve şüphe imgesi zaten sanatçıdaki güç ve büyüklük içgüdüsünü gösterir: o bunlardan korkmaz. Karamsar sanat diye bir şey yoktur!  Zola’ya ne demeli? Peki ya Goncourt? Söyledikleri şeyler iğrenç. Ama bunu iğrenç olana duydukları tutkudan yapıyorlar. Dostoyevski ne kadar da iyi. Aksini söyleyerek sadece kendinizi kandırıyorsunuz!’’

Nietzsche, Dostoyevski’yi keşfettikten sonra özellikle de 1887-1888 dönemi çalışmalarında bu etkinin büyük izleri görülmüştür. Bu izler sadece Putların Alacakaranlığı’yla ve Wagner Olayı’yla sınırlı kalmadı. Hemen her yerde kendisini gösterdi. Onu tanıma ve keşfetme süreci, aynı zamanda içten içe hızla ilerleyen hastalığıyla da birleştiği için özellikle Dostoyevski’nin dini fikirlerinin bir sentezini içeren Karamazov Kardeşler romanını okuyamadı. 

3 Ocak 1889’da zihinsel çöküşünü yaşadıktan sonra Wagner’in karısı Cosima Wagner’e anlamsız mektuplar yazmaya başladı, bunlardan bir tanesinde sadece tek bir cümle olarak; ‘’Ben de çarmıha gerildim’’ yazılıydı. Daha sonra Meta von Salis’e yazdığı bir mektupta ise; ‘’Dünya değişti, Tanrı yeryüzündedir’’ dedi. Bu satırları okuduktan sonra ister istemez akıllara Karamazov Kardeşler romanının cümleleri geliyor.

Dostoyevski’den etkilendiği kadar ona çıkışmaya çalıştığı noktalar da olmuştur ve bunlar felsefeciler arasında tam da olması gerektiği gibi bir açmaz olarak tartışılmaktadır. 


Alpcan Candan

22.10.2022


Kaynakça

1)Dostoyevski ve Nietzsche: Public Lecture / Prot. AV Smirnova, Prof. Kazan. Üniversite — Kazan: Tipo-lit. Üniv., 1903. — 51 s.

2)Lucas Ottin-Franceinfo / Nice et les écrivains : Friedrich Nietzsche

3)Georg Brandes / Friedrich Nietzsche (Dorlion Yayınları 2019)

4)Friedrich Nietzsche/ Seçilmiş Mektuplar (Say Yayınları 2012)

5)Julian Young/ Nietzsche / Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Çeviren: Bülent O. Doğan

6)Nietzsche und Frankreich/ Clemens Pornschlegel, Martin Stingelin (De Gruyter 2009)

7)Nietzsche in Frankreich/ Alfons Reckermann (De Gruyter 2002)







Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Celladı İlahlaştıran Kurbanlar

  Platon’dan Max Weber’e Platon tiranlık sorununu ele ala ilk ve en etkili düşünürlerden biridir. MÖ 380 civarında yazdığı Devlet adlı diyalogunda, demokrasilerin tiranlık biçiminde başarısız olmaya mahkum olduğunu savunur. Platon hiçbir zaman demokrasi taraftarı olmamıştır. Muhtemelen bunun nedeni, hocası Sokrates’i ölüme mahkum eden Atina demokrasisiydi. Platon, demokratik yönetim biçimlerinin ahlaksız ve eğitimsiz bir nüfus ürettiğine ve bu nüfusun kitlelerin arzularını tatmin etmekte usta olan sözle aldatma ve ikna etme yetenekleriyle donanmış politikacılar için kolay bir av haline hâline geldiğine inanıyordu. Aynı zamanda Platon, ‘’Devlet’’ ile aynı dönemde yazdığı ‘’Gorgias’’ diyalogunda, bu tür politikacıların kamu yararını artırmak yerine sağlıksız vaatlerle kitleleri baştan çıkardığını söyler. Platon şöyle der: ‘ ’Bir aşçı ve bir hekim, kim hangi besinlerin daha yararlı, hangisinin daha zararlı olduğunu biliyor diye bir tartışmaya girişseler ve bu tartışmanın sonucuna da ç

Tolstoy'un Anarşizmi

  Her şey nasıl başladı? Tolstoy iki büyük gençlik hayali olduğunu yazmıştı: geniş bir aile kurmak ve Shakespeare ve Dante ile aynı seviyede bir dünya edebiyatı yazarı olmak. Kendisine on üç çocuk doğuran Sofya Behrs’i özenle seçti, Yasnaya Polyana’ya yerleşti ve iki ölümsüz başyapıtını birbirini izleyen on beş yıl içinde yazdı. Böylece yaratıcılığın, edebi şöhretin ve aile mutluluğunun zirvesine ulaştıktan sonra, tüm bunlara ihtiyacı olmadığını fark etti. Av tutkusu, edebiyat, çocuklar ve ev –hepsi onun için önemsiz hâle geldi. Hayal kırıklıkları Tolstoy’u intiharın eşiğine getirdi. ‘ ’Her akşam tek başıma soyunduğum odamdaki bölmenin çapraz kirişlerine kendimi asmayayım diye kendimden bir ipi sakladım’’ diye yazdı İtiraflar ’ında; ‘ ’ve şeytana uyar da hayatıma kolay yoldan son veririm diye de silahımı yanıma alıp çıktığım o avlara çıkmaz oldum .’’(1) Tolstoy dini krizinin aniden ortaya çıkmadığını söylemişti, ancak 1877-1878’de neler yaşadığı hâlâ bizim için bir sır olarak kalmay