Ana içeriğe atla

Baudelaire: ''Faydalı bir insan olmak bana korkunç gelmiştir''

Paris’te bir üniversite öğrencisi uykusuzluk şikâyetiyle doktora gitti. Doktor ona ne kadar zamandır bu şikâyetinin olduğunu sordu. Öğrenci düşündü ve hiçbir yanıt bulamadı. Uykusuzluktan yakınıyordu ancak ne zamandır bu sorun başına musallat olmuştu kestiremiyordu. Doktorla karşılıklı laf lafı açtı ve en sonunda şöyle bir cümle kurdu öğrenci; ‘’kitap okumayı seviyorum, bazı kitaplardaki cümleler sırtımı okşuyor, beni huzura davet ediyor. Ama ben nedense bu huzurdan hoşlanmıyorum. Sizce neden hoşlanmıyorum? Oysa onlara çok büyük saygı duyuyor ve seviyorum. Puşkin’e saygım sonsuz ve büyük. Fakat ben onu okurken saygı duyuyor, Baudelaire okurken ise kendimi buluyorum’’ 

Sahi biri neden Baudelaire okurken kendini bulur? Ya da şöyle sormak gerek belki, ‘’Faydalı bir insan olmak bana her zaman korkunç gelmiştir’’ diyen birisinde insan neden kendini bulur? Çünkü hastadır da ondan mı diyeceksiniz? Peki böyle birinde modern tıp herhangi bir patoloji izlemiyorsa ne olacak? Muhtemelen modern tıbbı reddetmeniz gerekecek. Bu sizi bir anda Baudelaire çizgisine yakınlaştırır. Fakat yanıt bu kadar basit değil elbet.

Friedrich Schiller, Estetik Eğitim Üzerine Mektuplar’da(1795) ruhun sonsuzluğa olan özlemi ile maddi varoluşun sınırlamaları arasındaki çelişkiye dikkat çeker. İnsan varlığın bilincindedir lakin ölümlüdür. Dolayısıyla gerçek özgürlüğün tek şartı doğaya üstün gelebilmekten geçer ve bu imkânsızdır. Antik çağdan beri insan bu zafere politikayla, bilimle ve sanatla ulaşmaya çalışır. Ölümsüzlüğe ulaşabilmek adına erdemi inşa eder. Eşitsizliğe, adaletsizliğe ve karşılıklı şiddetin varlığına başkaldırır. Ve bazıları da anlam olarak atfedilen tüm anlamları yok sayar. Çünkü mesela erdem neden o bahsedilen erdem olsun? Anlamlar arasında sıkışıp kalan insan, anlamlardan kurtulabildiğine inandığında bir keşif yapmışçasına irkilir, aydınlanır. Kendine ulaştığı hissine kapılır. Bu tıpkı şuna benzer, Mona Lisa’nın iki kaşının arasını kalemle boyamak ona zarar mı verir, yoksa ona yeni bir boyut mu kazandırır? Baudelaire tam olarak ne yaptı?

Charles Baudelaire, Alman filozof Walter Benjamin’in ‘’başarısızlık stratejisi’’ dediği noktayı yaşam gayesi olarak seçmiş birisiydi. Oysa isteseydi başka bir Victor Hugo olabilirdi. Bunun için gerekli tüm geçmişe sahipti. Babası François monarşinin yeniden kurulmasını kabul etmeyen bir senatördü. Charles altı yaşındayken öldü. Annesi Carolina, sadece bir yıl sonra Charles’in sevmediği General Jacques Aupic ile evlendi. Baudelaire’in biyografilerini yazanlar onun burjuva karşıtlığını ve kötülüğü tercih etmesini Aupic’e bağladılar. Fakat Baudleaire, kötülüğü bilinçli olarak seçtiğini kendisi yazdı. Yine de burjuvanın yapısını ve katılığını Opik’in üzerinde somutlaştırarak düşündü ve 1848 devrimi sırasında onu barikatlara götüren şey toplumsal dayanışma duygusu değil, Aupic’e duyduğu nefretti. Onun hakkında ilk biyografiyi yazan arkadaşı şair Gustave Le Vavasseur kitabında o güne dair şunları yazmıştı; ‘’O gün çok cesurdu ve ölmeye hazırdı. Kafası karışık kalabalığa karşı kararlı bir ses tonuyla General Aupic’i vurun diye bağırıyordu’’

On dokuz yaşında frengiye yakalandı ve en sevdiği yazar Victor Hugo’ydu. Ne frengi ne de başka bir şey umurundaydı. Sadece onu düşünüyordu. Ona yazdığı şu satırlar sevgisinin boyutunu göstermeye yetiyor;

‘’Sizi seviyorum. Bir kahramanı ya da bir kitabı, her güzel olanı saf ve umarsızca sevdikleri gibi. Ne de olsa siz de gençtiniz ve beni etkileyen bir yazara teşekkür etme ve ellerini öpme isteğimi anlarsınız’’

Fransız romantizminin ustası Hugo, bu romantik mektubu yanıtsız bıraktı. Çok sonra, Kötülük Çiçekleri edebiyat gündemine düştüğünde Hugo ona şöyle yazdı; ‘’Kötülük Çiçekleri yıldızlar gibi parlıyor ve göz kamaştırıyor. Tüm gücümle senin güçlü yeteneğine bravo diye bağırıyorum!’’

Baudelaire üniversite eğitimi için en ufak bir arzusu olmamasına rağmen Hukuk diploması aldı. Onun bazı tanıdıkları, aptal bir çocuğa merhamet eder gibi merhamet göstererek ona diplomasını verdiklerini söylediler. Oysa kendisi ‘’Faydalı bir insan olmak bana her zaman korkunç bir tiksinti gibi geldi’’ diye yazdı. Sartre, yazdığı Baudelaire biyografisinde onun ‘’hayattaki tek gerçek, oyunun çekiciliğidir’’ sözünü alıntılayarak onun özünde kazanmasının ya da kaybetmesinin bir önemi yoktu cümlesini kurdu.

Uzun bir deniz yolculuğundan döndükten sonra Aupic’in belirlediği işte çalışmak yerine babasından kalan mirası umarsızca harcayıp, gezmeye devam etti. Gerard de Nerval de dâhil dönemin önemli şairleriyle ve saplantılı aşkı Jeanne Duval ile bu dönemde tanıştı. Fakat üvey babası ve annesi, onun bu mirası böylesine harcamasına tepkiliydi ve kendi alanında çalışmak yerine bohem yaşamayı tercih ettiği için miras hakkını onun elinden aldılar. O andan ölümüne kadar da yoksulluk içinde yaşadı.

1842 ve 1858 arasında Baudelaire, alacaklılardan saklanmak için tam on dört kez adresini değiştirdi. Kaldığı hiçbir dairenin ev sahibi ondan memnun değildi. En sonunda kavga ettiği ev sahiplerinden birine şu yanıtı verdi;

‘’Ne demek istediğini anlamıyorum. Oturma odasında odun kesiyorum ve yatak odasında metresimi saçından sürüklüyorum. Fakat bu tüm dairelerde olan bir şey!’’

Baudelaire, Kötülük Çiçekleri hakkında ‘’Bu korkunç kitapta tüm kalbimi, tüm hassasiyetimi, tüm dinimi ve tüm nefretimi ortaya koyuyorum’’ diye yazdı. Yazar Michel Leiris, bu kitaba şiir tarihinin ‘’en uzlaşmaz kitabı’’ adını verdi. Dahası, Le Figaro’da yazan edebiyat eleştirmeni Gustave Bourdin kitap hakkında şunları yazdı;

‘’İğrençlik ve aşağılıklık birleşmiş. Daha önce hiç bu kadar az sayfada bu çok meme ısırılmamıştı; daha önce hiç rahimlerin şeytanlarla ve onların da bıkkınlık ve kötü ruhlarla birleştiğini görmemiştik. Bu kitap ruhun tüm çılgınlığını ve kalbin tüm çürümesini net gösteriyor. İyileştirilebilseydi iyi olurdu ama tüm bunlar tedavi edilemez’’

Gustave Flaubert’in Madame Bovary’sinin ahlaksız bulunduğu gerekçesiyle yargılanmasından sonra doğal olarak Kötülük Çiçekleri’nden ötürü Baudelaire’in de aynı sebeple yargılanması kaçınılmaz oldu. Baudelaire’i suçlayan savcı ile Flaubert’i suçlayan savcı aynı kişiydi: Pierre Ernest Pinard.

Duruşma 1857 yılının Ağustos ayında gerçekleşti ve Baudelaire üç yüz frank para cezasına çarptırılmasının yanı sıra bir de en müstehcen olduğuna mahkeme tarafından karar verilen şiirleri yasaklandı. 

Kötülük Çiçekleri, şiir tarihindeki şüphesiz en devrimci kitaplardan biridir; sadece ölçü, dil, üslup veya üslup reformu açısından değil, aynı zamanda insanın özündeki laneti tüm açıklığıyla sunabildiği için. Muhtemelen Kötülük Çiçekleri olmasaydı Verlaine olmazdı, Rimbaud, Mallarme ve hatta Louis-Ferdinand Celine de olmazdı.

Baudelaire’in insanları şoke etme tutkusu çoğu zaman tüm sınırları aştı. O kibar ve medeni toplumdan öylesine nefret ediyordu ki bazen bir konuşmada karşısındakine soruyordu; ‘’bir bebeğin beynini yediniz mi hiç?’’ diye. Ardından ekliyordu, ‘’olgunlaşmamış bir fındığı andırıyor ancak çok lezzetli’’

O kendisinden tiksindiren tavırları benimseyerek, sonuç olarak sürekli toplumdan izole edilmesinin getirdiği zevkle, kendini en derin yalnızlığın içinde buldu hayatı boyunca. 


Alpcan Candan

28 Ekim 2022


Kaynakça

1) Jean Paul Sartre, Baudelaire /İthaki Yayınları 

2) Mehmet Rifat, Barthes, Proust, Baudelaire ve Ötekiler/ Yapı ve Kredi Yayınları

3)Le Figaro / 1857, 5 Temmuz

4) Marcel Raymond, de Baudelaire au surrealisme / 1940

5) Adam Peter, Pierre Ernest Pinard vadbeszede /2021



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Celladı İlahlaştıran Kurbanlar

  Platon’dan Max Weber’e Platon tiranlık sorununu ele ala ilk ve en etkili düşünürlerden biridir. MÖ 380 civarında yazdığı Devlet adlı diyalogunda, demokrasilerin tiranlık biçiminde başarısız olmaya mahkum olduğunu savunur. Platon hiçbir zaman demokrasi taraftarı olmamıştır. Muhtemelen bunun nedeni, hocası Sokrates’i ölüme mahkum eden Atina demokrasisiydi. Platon, demokratik yönetim biçimlerinin ahlaksız ve eğitimsiz bir nüfus ürettiğine ve bu nüfusun kitlelerin arzularını tatmin etmekte usta olan sözle aldatma ve ikna etme yetenekleriyle donanmış politikacılar için kolay bir av haline hâline geldiğine inanıyordu. Aynı zamanda Platon, ‘’Devlet’’ ile aynı dönemde yazdığı ‘’Gorgias’’ diyalogunda, bu tür politikacıların kamu yararını artırmak yerine sağlıksız vaatlerle kitleleri baştan çıkardığını söyler. Platon şöyle der: ‘ ’Bir aşçı ve bir hekim, kim hangi besinlerin daha yararlı, hangisinin daha zararlı olduğunu biliyor diye bir tartışmaya girişseler ve bu tartışmanın sonucuna da ç

Tolstoy'un Anarşizmi

  Her şey nasıl başladı? Tolstoy iki büyük gençlik hayali olduğunu yazmıştı: geniş bir aile kurmak ve Shakespeare ve Dante ile aynı seviyede bir dünya edebiyatı yazarı olmak. Kendisine on üç çocuk doğuran Sofya Behrs’i özenle seçti, Yasnaya Polyana’ya yerleşti ve iki ölümsüz başyapıtını birbirini izleyen on beş yıl içinde yazdı. Böylece yaratıcılığın, edebi şöhretin ve aile mutluluğunun zirvesine ulaştıktan sonra, tüm bunlara ihtiyacı olmadığını fark etti. Av tutkusu, edebiyat, çocuklar ve ev –hepsi onun için önemsiz hâle geldi. Hayal kırıklıkları Tolstoy’u intiharın eşiğine getirdi. ‘ ’Her akşam tek başıma soyunduğum odamdaki bölmenin çapraz kirişlerine kendimi asmayayım diye kendimden bir ipi sakladım’’ diye yazdı İtiraflar ’ında; ‘ ’ve şeytana uyar da hayatıma kolay yoldan son veririm diye de silahımı yanıma alıp çıktığım o avlara çıkmaz oldum .’’(1) Tolstoy dini krizinin aniden ortaya çıkmadığını söylemişti, ancak 1877-1878’de neler yaşadığı hâlâ bizim için bir sır olarak kalmay

Dostoyevski ve Nietzsche: Tanışmanın Büyüsü

  Dostoyevski ve Nietzsche karşılaştırmasının en temel sebebi iki yazarın da derin bir ahlak sorgulaması içerisinde olmalarının yanı sıra, Suç ve Ceza’nın Raskolnikov’unun onu çocukluğuna götüren rüyasında gördüğü, sahibi tarafından kırbaçla ve levyeyle dövülerek öldürülen bir atın can çekişmesini izledikten sonra kendini kaybeder gibi koşturup, artık son nefesini vermiş olan atın başını ellerinin arasına alarak onu en çok hasarı aldığı dudaklarından ve gözlerinden öpmesiyle;  Nietzsche’nin Torino’da bir atı kırbaçlanırken görüp aynı Raskolnikov’un yaptığı gibi kendini kaybedercesine ata doğru koşarak zihinsel çöküş yaşamasındaki benzerliktir.  Bu gizemli ortak noktayı bir köşeye bırakırsak sahiden  Nietzsche, Dostoyevski’yi nasıl tanımıştı ve bu bağ nasıl doğmuştu? Nietzsche, 1883’ün Aralık ayında Fransa’nın Nice şehrine gitti ve İtalyan semtinde, 26 rue Saint François de Paule'de 5 yıl yaşadı. Burjuva olarak gördüğü Fransızlarda bulamadığı ortak nokta eksikliği ve arkadaşsızlık o